Kadınların iş dünyasındaki yeri geçmişten günümüze dek hep bir tartışma konusu olmuş, kadınların ekonomik ve sosyal hayattaki özgürlükleri adına verdiği savaş ne yazık ki hala son bulmamıştır. Yüzyıllardır süren bu savaşın sebeplerinden biri de tarih boyunca kadınların ve erkeklerin üstlendiği rollerdir. İnsanların avcı ve toplayıcı olduğu zamanlarda “mağarada” kalıp erkeğin “eve” yiyecek getirmesini bekleyen ve birincil görevi çocuğa bakmak olan kadın, M.Ö 600 ve M.S. 1300 yılları arasında yükselen tarım kültürü ile ticaretin metası haline gelmiş, köleleşmeyle birlikte hak ve özgürlüklerini kaybetmeye başlamışlardır. Feodal dönemde erkeklerle omuz omuza çalışmış ve bu dönemde cinsiyete yönelik görev ayrımı olmamasına rağmen yine de ikinci sınıf insan olarak yaşamaya maruz bırakılmışlardır. 1700’lerde sanayileşmeyle birlikte erkekler büyük şehirlere çalışmaya gitmiş ve “eve ekmek getiren kişi” rolünü üstlenmişlerdir. Bu durum da kadınların ailelerini çalışmaya hazırlayan ve evde kalarak çocuk bakan bireyler olmaya zorlamış ve klasik “ev kadını” rolünü güçlendirmiştir. 18. yüzyılın sonlarında gerçekleşen Fransız İhtilali ile sosyal hak eşitsizliklerini eleştiren fikirler ortaya çıkmaya başlamıştır. Yaşanan aydınlanma sayesinde filizlenmeye fırsat bulan eşitlikçi ve özgürlükçü düşünceyle birlikte modern feminizmin politik temelleri atılmıştır. Feminizmle ve gelişen toplumla birlikte her ne kadar kadınlar erkeklerle aynı haklara sahip olmaya başlasa bile bu süreç her zaman kadınların deyim yerindeyse “tırnaklarını kazıyarak” elde ettiği ve savaşmak durumunda kaldığı olaylar sonucunda gerçekleşmiştir. Günümüzde bile kadınlar belirli haklar ve özgürlükler için savaşmak durumunda kalmaktadırlar. Kadınların üzerine asılan spesifik etiketlerden kurtulmak ve kadını her şeyden önce birey olarak görebilmek ne yazık ki toplumdaki her kesimin benimsediği bir olgu değildir. Kadın-erkek eşitliği düşüncesini savunan kesimlerde bile ne yazık ki kadına karşı örtülü önyargı örneklerini sıklıkla görürüz. “Hizmetçisi odaya girdiğinde, içkisini yudumluyordu.” Cümlesini görselleştirmeye çalıştığınızda hizmetçiyi kadın, içkisini yudumlayan insanı erkek olarak hayal etmek örtülü önyargı için iyi bir örnek olabilir. Görüyorsunuz ki toplum bir noktadan sonra kadınların çalışmasına karşı duramadıysa bile kadınlar için statüsü yüksek ya da yoğun çalışma ve zeka gerektiren meslekleri hiçbir zaman uygun görmemiştir. “Doktor hastasını kaybettikten sonra hışımla ameliyathaneyi terk etti.” Cümlesini yoldan geçen herhangi bir insana söyleyin ve doktorun ismini tahmin etmelerini isteyin. Sizce erkek isimleri mi çoğunlukta olur yoksa kadın isimleri mi? Tüm stigmalara, etiketlere ve zorluklara rağmen yine de kadınların toplumda ve iş dünyasında oldukça aktif olmaları şüphesiz başarıdır. Kadına dayatılan anne ve eş rolünden, hissettirilen suçluluktan ve yaşatılan zorluklardan sıyrılarak kadının kendini birey olarak görmesinin önemi ve gücü de içinde bulunduğumuz sistemde her kadının gurur duyması gereken bir durumdur. Bu durum yine de dünyanın gerçeklerini değiştirmemektedir. İş Dünyasında Cinsiyetçilik
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2015’te yayımladığı Cinsiyet Ayrımı Raporu’na (Gender Gap Report) göre aynı işi yapan bir kadın ile bir erkeğin maaşı günümüzden 117 yıl sonra; yani 2133 yılında eşit olabilecektir.Günümüz iş dünyasında gelir dengesizlikleri üzerinden hak arayışları devam eden kadınlar aynı zamanda sistematik bir şekilde ilerleyen cinsiyetçi işe alımlar ve terfilerle yüzleşmektedirler. Aynı zamanda kadınların iş dünyasında yüzleştiği bir diğer sorun da erillemedir (mansplaining). Erilleme, kadınların herhangi bir konuda eril açıklamaya ihtiyaç duyması anlamına gelir. Yani bir kadının bildiği ve hatta dile getirdiği bir ifadenin bir erkek tarafından sanki farklı ya da daha yetkin bir şekilde açıklıyormuşçasına konuyu tekrar anlatma ihtiyacı duymasıdır. Özellikle şirket toplantılarında erillemeyi tecrübe eden kadınlar, sanki kendi deneyimleri yeterli değilmiş ya da ciddiye alınmıyorlarmış gibi hissettiklerini belirtmişlerdir. Tüm bunların dışında paylaştıkları hikayelerde kadınlar, erillemeyle bağlantılı olarak fikir hırsızlığına da değiniyorlar. Genellikle kreatif süreçlerde karşılaşılan bir durum olarak, fikir hırsızlığı, erkeklerin fikirlerinin kadınlara kıyasla daha hızlı ve kolay onaylanmasıyla ortaya çıkıyor. Korumacı cinsiyetçilik ise kadınların tecrübe ettiği bir başka cinsiyetçilik türüdür. Korumacı cinsiyetçilik kadınların güçsüz ve savunmaya ihtiyacı olan narin varlıklar olarak görülmeleri anlamına gelir. Bir başka cinsiyetçilik ise kadınların dış görünüşleriyle ilgili yapılan yorumlardır. Örneğin kadınların erkeklere göre kıyafetlerine hep daha fazla özenmesi gerekir ya da kıyafetlerinin uygunlukları herkesi ilgilendiren bir mesele haline gelebilir. Bu tarz durumlarda kadınların iş dünyasında sıklıkla deneyimlediği olumsuz durumlardandır. Erkeklerle aynı işi yaparak daha az maaş almak, aynı aileyi paylaşarak daha fazla sorumluluk sahibi olmak, aynı medeni durum içerisinde olup daha fazla ayıplanmak ve aynı dünyada yaşayarak daha az hakka sahip olmak yaşayan her kadının muzdarip olduğu sorunlardır. Fakat tüm bunlara rağmen tüm gücüyle var olan ve uğradıkları haksızlıklarla savaşan kadınlara teşekkür ederiz. 8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun!